Kurtların Sessizliği
- Kuman Atabeg
- 6 gün önce
- 3 dakikada okunur

Geleneksel Türk Milliyetçiliğinin Kutsal Kalesi: Devletçilik
Türk milliyetçiliğinin genetik kodlarında, devlete olan sarsılmaz sadakat her zaman en belirleyici özellik olmuştur. İmparatorluk enkazından bir ulus-devlet yaratma mücadelesinin mirasıyla şekillenen bu anlayış, devleti, milletin varlığının yegâne teminatı olarak görmüştür. "Devlet-i ebed-müddet" (sonsuza dek yaşayacak devlet) ülküsü, milliyetçiler için siyasi bir tercihin ötesinde, kutsal bir emanet anlamına geliyordu. Bu gelenekte devlet eleştirilebilirdi, ancak devlete başkaldırmak veya devletin kurumlarıyla çatışmak, düşünülemez bir ihanetti. Milliyetçilik, devletin bekası için kendi varlığını feda etmeye hazır, onunla özdeşleşmiş bir kimlik sunuyordu. Bu sarsılmaz bağlılık, onu hem güçlü bir ideolojik kale yapıyor hem de devletin hataları karşısında eylemsiz kalmasına neden olan en büyük zaafını oluşturuyordu.
Fay Hatlarını Harekete Geçiren Üç Büyük Sarsıntı: İslamcılık, Kürtçülük ve Göçmen Akını
Bu köklü devletçilik anlayışını ve sabrını çatlatan süreç, birbiriyle ilişkili üç temel dinamiğe dayanır. Öncelikle, uzun yıllardır iktidarda olan siyasal İslamcılık, Türk kimliğini "ümmet" potasında eritmeye yönelik politikalarıyla milli bilinci aşındırdı. Buna paralel olarak, Kürtçülük temelindeki bölücü hareketlerin siyasi alanda meşruiyet kazanması ve üniter yapıya yönelik tehditleri, milliyetçi tabanda derin bir endişe yarattı. Bardağı taşıran son damla ise kontrolsüz göçmen akınları oldu. Türkiye'nin siyasi ve toplumsal fay hatları, son yıllarda benzeri görülmemiş bir enerji birikimine sahne oluyordu. Vatanın demografik yapısının ve kültürel dokusunun geri dönülemez bir şekilde değiştiğini gören milliyetçiler için bu, artık sessiz kalınamayacak bir beka sorunuydu. Devletin, korumakla yükümlü olduğu milleti bu üç temel tehdide karşı savunmasız bıraktığı, hatta bu süreçlere ortak olduğu inancı, yavaş yavaş sessiz bir öfke birikimine ve bir dip dalganın kabarmasına yol açtı. Kabaran bu dip dalga; devlete teslim olmuş geleneksel milliyetçilikten farklı olarak; seküler, Kemalist ve ulusalcı insanların Türklük bağlamında ortak bir irade ortaya koymasına olanak sağladı. Siyaseten farklı partilere oy veren bu insanlar rahatsızlıklarını artık herkesin duyabileceği kadar yüksek ifade ediyorlardı.
Bir Slogandan Fazlası: "Hudut Namustu" ve Kırılan Tabu
Biriken bu öfkenin ve hayal kırıklığının bir isyana dönüştüğü an, "Hudut Namustu" sloganıyla vücut buldu. Bu slogan, sadece bir protesto çağrısı değil, aynı zamanda bir tabuyu yıkan tarihi bir manifestoydu. Vatanın sınırlarını "namus" ile eşdeğer gören ve bu konuda devletin aciziyetine isyan eden seküler milliyetçilerin sokağa inmesi, her şeyi değiştirdi. Kutsal saydıkları devletin, kendi kutsallarını koruyamaması veya korumak istememesi; devlete rağmen devleti koruma içgüdüsü ile ateşlenerek devletin kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya gelmeyi ve tutuklanmayı göze almaları, Türk milliyetçiliği tarihinde bir milattı. O gün, "Türklük her şeyin üzerindedir" diyebilen yeni bir irade doğdu. Kutsal ve dokunulmaz kabul edilen devletin, kendi namusunu koruyamadığı noktada, o devletle çatışmanın meşru olduğu fikri ilk kez bu kadar net bir şekilde haykırıldı. "Hudut Namustu" eylemi, milliyetçiliğin devletçilik prangasını parçaladığı ve sadakat odağını devletten doğrudan doğruya Türk milletine çevirdiği an olarak tarihe geçti.
Devletçilik Prangasından Kurtuluş ve Milletin Çelikten İradesi
Bu kırılma, Türk milliyetçiliği için bir zayıflık değil, tam tersine tarihi bir arınma ve yeniden doğuştur. Yıllardır ayağına vurulmuş en ağır pranga olan "ne olursa olsun devlete sadakat" ilkesinden kurtulan milliyetçilik, artık çok daha özgür, eleştirel ve dinamik bir güce dönüşmüştür. Bu yeni ruh, devleti bir amaç değil, sadece millete hizmet ettiği sürece değerli olan bir araç olarak görmektedir. Bu, Atatürk'ün "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözünün özüne dönüştür. Türk milliyetçisinin Kemalist Türkiye kuruluş ayarlarına geri yüklenmesidir. Artık milliyetçiliğin görevi, bir hükümeti ya da bürokrasiyi korumak değil, her türlü tehdit ve tehlikeye karşı bizzat Türk milletinin kendisini ve onun vatanını savunmaktır. Devletçilik prangasından kurtulan bu dip dalga, Türk milletinin binlerce yıllık tarihinden süzülüp gelen, teslim olmayan çelikten iradesidir. Bu irade, Cumhuriyetin kurucu değerlerinin ve Türk kimliğinin en karanlık zamanlarda bile en sarsılmaz bekçisi olmaya adaydır.
Yorumlar